“Adalet suçu, suçluyu değil; sonuna kadar masumiyeti aramaktır” : Tabduk Emre
1) Aklama Suçuna İlişkin Yasal Düzenleme :
Hukuk sistemimizde “suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin usul ve esaslar” 5549 sayılı “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” da belirlenmiş olmakla birlikte, bu suçu işleyenlerin cezalandırılmasına ilişkin kurallar 1 Haziran 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın “Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama” başlıklı 282 nci maddesinde yeniden düzenlemiştir. Maddeye göre;
“Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçun, kamu görevlisi tarafından veya belli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası sırasında işlenmesi halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır.
Bu suçun, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
Bu suçun işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
Bu suç nedeniyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştıran kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle cezaya hükmolunmaz.”
2) Öncül Suç, Suç Geliri ve Karapara Aklama Kavramları :
Konuyla ilgili olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Resmi internet sayfasında şu açıklamalara yer verilmiştir[1].
Genel olarak aklama suçundan bahsedebilmek için; konu, “öncül suç” ve “suç geliri” kavramları ile birlikte değerlendirilmelidir. Genel olarak aklamadan bahsedebilmek için;
- Bir suç işlenmiş (Öncül suç),
- Bu suç sonucunda herhangi bir ekonomik değer elde edilmiş (Suç geliri),
- Bu ekonomik değerleri yasadışı nitelikten çıkarıp bunlara yasal görünüm kazandırmaya yönelik fiillerin işlenmiş
Olması gerekmektedir.
“Öncül suç”, suç gelirinin elde edilmesini mümkün kılan suçtur. 5237 sayılı Kanunun aklama suçunun düzenlendiği 282. maddesinde “alt sınırı altı ay ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar” yoluyla gelir elde edilmesi öncül suç kapsamında değerlendirilmiştir.
“Suç geliri” ise yasaların suç saydığı fiillerden elde edilen her türlü ekonomik menfaat ve değer olarak ifade edilebilir. Sözlük anlamıyla “yasa dışı yollardan sağlanan kazanç” olarak tanımlanan suç geliri, kirli para gibi terimlerle de anılmaktadır. Uluslararası literatürde ise bu kapsamda “suç geliri” (proceeds of crime), “kirli para” (dirty money), “karapara” (black money) veya “suç parası” (criminal fund) terimleri kullanılmaktadır.
Suç geliri ekonomik, sosyal ve hukuki olmak üzere farklı açılardan tanımlanabilir. Aklama suçuna konu olabilecek suç geliri doğal olarak hukuki olarak tanımlanan suç geliridir ki, bu da ülke mevzuatlarında öncül suç olarak belirlenmiş fiillerden elde edilen her türlü değerdir.
Ülkemizde 19.11.1996 tarihinde yürürlüğe giren 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun’da tanımlanan “karapara”, Söz konusu Kanunun 2/a maddesinde sayılan Kanunlardaki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen bütün ekonomik değerleri ifade etmekteydi. 18.10.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanunda “karapara” kavramı yerine “Suç geliri” kavramı kullanılmış ve aynı kanunda suç geliri, TCK’nın 282 nci maddesine paralel şekilde “suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri” olarak tanımlanmıştır
“Aklama suçu”, genel olarak öncül suçlardan elde edilen gelirlerin, yasa dışı kaynağını gizlemek ve bu gelirleri yasal bir kaynaktan elde edilmiş gibi göstermek amacıyla yapılan her türlü işlem olarak tanımlanabilir.
Aklama suçu hukuk sistemimizde ilk olarak 19.11.1996 tarihinde yürürlüğe giren 4208 sayılı Kanunun 2/b maddesinde “Karapara aklama suçu” adıyla tanımlanmıştır. Daha sonra 1 Haziran 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama” başlıklı 282’nci maddesinde yeniden düzenlemiştir.
Aklama ile mücadele kapsamında hazırlanan uluslararası sözleşmelerde aklama fiilleri ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Örneğin Türkiye’nin de taraf olduğu Sınıraşan Organize Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Suç Haline Getirilmesi” başlıklı 6’ncı maddesinde;
“Suç geliri olduğu bilinen malvarlığının yasadışı kaynağını gizlemek veya olduğundan değişik göstermek veya öncül suçun işlenmesine karışmış olan herhangi bir kişiye işlediği suçun yasal sonuçlarından kaçınmasına yardım etmek amacıyla dönüştürülmesi veya devredilmesi;
Bir malvarlığının suç geliri olduğunu bilerek; gerçek niteliğinin, kaynağının, yerinin, kullanımının, hareketlerinin veya mülkiyetinin veya malvarlığına ilişkin hakların gizlenmesi veya olduğundan değişik gösterilmesi.
Devletlerin kendi hukuk sisteminin temel kavramlarına tabi olarak, tesellüm anında bu tür bir malın suç geliri olduğunu bilerek; edinilmesi, bulundurulması veya kullanılması, bu maddede belirtilen suçlardan herhangi birini işlemeye veya teşebbüse örgütlü olarak veya suç işleme konusunda anlaşarak yardım, yataklık, kolaylaştırmak ve yol göstermek suretiyle katılınması”,
aklama fiilleri olarak belirtilmiştir.
3) Aklama Suçunda Öncül Suçun Varlığının Tespiti:
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu, ancak bir “öncül suç” varsa söz konusu olabilir. Suçun unsurlarının oluşabilmesi için, aklamaya konu malvarlığı değerlerinin “öncül suç” işlenerek elde edilmiş olması ve öncül suçların işlenmesiyle elde edilen her türlü maddi menfaat ve değerin (para, otomobil, dolar veya euro gibi döviz vs.) aklanmaya çalışılması gerekir.
TCK 282. maddesinde düzenlenen suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu, kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suçtur. Karapara aklama suçu/suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçları ile birden fazla hukuki yarar korunmaktadır, nitekim doktrinde, bu suçla korunan hukuki yarar;
‘…suçun finansmanının önlenmesi, organize suç ve uyuşturucu madde kaçakçılığı ile mücadele, suç örgütlerinin ekonomik gücünün çökertilmesi, bunların elebaşlarına ve faillere ulaşılabilmesi yani kamu düzeninin korunması, finansal sistemin ve kuruluşların ekonomik denge ve istikrarının, bütünlüğünün, saygınlığının korunması, rüşvetin ve kirlenmenin yaygınlaşmasının ve suç örgütlerinin arz ettikleri tehlikeler sebebiyle demokratik değerlerin tahribinin önlenmesi’
olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla, açıklanan hukuki yararları korumak için suç olarak tanımlanmış olan karapara aklama fiilinin kendisine kaynaklık eden öncül suçtan bağımsız ve ayrı bir suç olup, öncül suç dışında tamamen ayrı hukuki yararları korur (Yargıtay 15.Ceza Dairesi- K.2013/12895). Bu nedenle, öncül suç ile kara para aklama suçunun unsurları ayrı ayrı değerlendirilerek suçların oluşup oluşmadığı değerlendirilmelidir.
4) Öncül Suçun Tespitinin Önemi :
Öncül suçun varlığının tespiti hükmolunacak adli ceza miktarının tespiti için de önem arz etmektedir. Zira öncül suçun, başka bir ifadeyle gelirin elde edilmesinde işlenen suçun tefecilik veya uyuşturucu ticareti veya vergi kaçakçılığı ya da bir başka suç olması durumuna göre uygulanacak hapis cezaları farklılık arz edeceğinden önemlidir.
[ TEFECİLİK : Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve 5000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır (TCK 241)]
[UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ : Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç eden kişi, 20 yıldan 30 yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır (TCK md.188/1). Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren (temin eden), sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, 10 yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz (TCK md.188/3).]
[VERGİ KAÇAKÇILIĞI : Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.]
Aklama suçu öncül suçtan sonra işlenen bir suçtur. Aklama suçundan bahsedebilmek için önce öncül suç bütün açıklığı ile somut olarak ortaya konmalıdır. İddia makamı suçlanan kişinin hangi suç kaynağından nasıl gelir elde ettiğini somut olarak şüpheden uzak bir şekilde ortaya koymalıdır. Daha sonra ise öncül suçta olduğu gibi, aklama fiilinin nasıl işlendiği tespit olunmalıdır. Suç geliri olmakla birlikte aklama fiili somut olarak ortaya konmamışsa aklama suçunun varlığından bahsedilemez. Bu sebeple gerek öncül suçun, gerek aklama suçunun varlığının şüpheden uzak ve açık bir şekilde bütün unsurları ile ortaya konması gerekir. Bu tespitleri yapacak olan da iddia makamlarıdır.
Yüksek Yargı kararlarında da ortaya konduğu üzere;
“Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza yargılamasının en önemli ve evrensel ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir (Yargıtay CGK T. 22.04.2014, E. 2012/1417, K. 2014/207; Yargıtay CGK T. 01.04.2014, E. 2014/46, K. 2014/167).
Ayrıca bir başka Yüksek Yargı Kararında;
“ Ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim hukuka uygun şekilde elde edilmiş akla, bilime ve mantığa uygun olan her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar, lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.” (Yargıtay CGK, E. 2013/1-40, K. 2014/318, T. 10.6.2014.)
denilmektedir.
Yüksek Yargı kararlarına bakıldığında da yukarıda ifade edildiği gibi, suçun ispatı kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır.
Öte yandan ülkemizde “nereden buldun” yasası[2] olmamakla birlikte, bazı durumlarda suçlanan kişilerden mal varlıklarının ya da gelirlerinin kaynağının izahı istenmektedir. Böyle durumlarda ise suçlanan kişilerin, suç gelirleri olmamakla birlikte, vergi dışı kalmış gelir ya da varlıkları söz konusu olabilmektedir. Ülkemizde özellikle Hazine ve Maliye Bakanlığının gıpta edilecek takdire şayan çalışmaları olmakla ve bu hususta bir hayli aşama kaydedilmekle birlikte OECD[3] ve Hazine ve Maliye Bakanlığı[4] verilerine göre yaklaşık %25-30 dolaylarında kayıt dışı ekonomi söz konusudur.
5) Karapara “Kaynağı Meşru Olduğu İspat Edilemeyen Gelir” Demek Değildir:
Suçlananlar suç kaynaklı olmayıp vergi dışı kalmış gelir ve varlıklarını vergi ve ceza ödeme korkusuyla izah edememektedir. Böyle olunca iddia makamları söz konusu gelir ya da varlıkların kaynaklarını suç geliri/öncül suç olarak kabul etmektedir. Kişilerin adli ve mali yönden cezalandırılmalarını talep etmektedir. Öte yandan izah edilen vergi dışı kalmış gelir ve varlıkları dolayısıyla da incelemeye sevk edilmektedir. Bizim kanaatimize göre, bir gelirin ya da varlığın kaynağının izah edilememesi durumunda, bu gelirin kaynağını suç geliri olarak kabul etmek, toptancı, ön yargılı bir yaklaşım olur ki, bunu anayasamız ve ceza hukukumuz kabul etmez. Nitekim bu istikamette olan Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29/9/2011 tarihli ve E.2009/10025, K.2011/16724 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
” Kara paranın, “kaynağının meşru olduğu ispat edilemeyen gelir” olarak kabulü yasada yapılan tanımın genişletilmesi anlamına gelir ki bunu ceza hukukunun temel ilkelerinden suç ve cezada kanunilik kuralı ile bağdaştırma olanağı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar ışığında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141, 5271 sayılı CMK.nun 34, 230 maddeleri uyarınca Yargıtay denetimine olanak sağlayacak biçimde kararın gerekçesinde suç oluşturduğu kabul edilen eylemlerin gösterilmesi, savunmada ileri sürülen hususlar ile hükme esas alınan ve reddedilen delillerin tartışılıp değerlendirilmesi, yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması ve sonuca hangi gerekçelerle ulaşıldığının belirtilmesi gerekirken, sanıkta yakalanan paranın karapara olduğuna ve bu paranın ne şekilde aklandığına ilişkin delillerin neler olduğu karar yerinde gösterilip tartışılmadan, gerekçeden yoksun olarak ve denetime olanak vermeyecek şekilde yazılı biçimde hüküm tesisi [bozmayı gerektirmiştir.] Anayasa Mahkemesi’nin 12.06.2018 Tarih, 2015/964 Başvuru No.lu Kararından alınmıştır[5].
Yine aynı doğrultuda Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin bir kararında [ Yargıtay 7. Ceza Dairesi E. 2009/15629 K. 2010/17189 T. 29.12.2010], “suç gelirlerinin aklanması suçunun konusunun, öncü suçların işlenmesi sonucu elde edilen karapara olduğu, herhangi bir suç öncül suç olarak tanımlanamadığında, elde edilen paranın da karapara olarak nitelendirilmesinin olanaklı bulunmadığı” belirtilmiştir
6) Sonuç:
Bu açıklamalar ışığında konuyu özetlemek suretiyle sonuçlandırmak istersek, Yüksek Yargı kararlarında da sabir olduğu üzere bir varlığın ya da gelirin kaynağının suçlanan tarafından izah edil(e)memesi, bu gelirin suç kaynaklı bir gelir olduğu sonucuna varılamaz. İddia olunan suçun bütün unsurları ile tartışmaya mahal vermeyecek şekilde somut olarak ortaya konmalıdır. Kanaate ya da varsayıma dayalı, toptancı ve ön yargılı bir yaklaşımla suç isnad edilmemeli, isnat olunan suç somut olarak ispat edilmelidir. Hangi suçtan, nasıl gelir elde edilmiş, nasıl ve hangi yöntemlerle aklanmıştır? sorusunun cevabı bütün açıklığı ile ortaya konmalıdır.
[1] https://www.hmb.gov.tr/aklama-sucu-genel-bilgi ( Erişim 09.12.2019)
[2] Bilindiği üzere, 22 Temmuz 1998 gün ve 4369 sayılı yasa, kamuoyunun geniş desteği ile kabul edilmiş ve Türk vergi tarihine “Nerden Buldun Yasası” olarak geçmişti. Vergi sisteminde önemli değişiklikler yapan yasaya, yürürlüğe girmeden iş dünyasından tepkiler gelmeye başladı. Vergisi ödenmeyen kazançlar için nereden buldun sorusunun sorulacağı, bu korku ile sermayenin dışarı kaçacağı iddia edilmeye başlandı. Bu tepkiler üzerine 01.01.2000 gün ve 4444 sayılı kanunla 4369 sayılı kanunun “Nereden Buldun” ile ilgili kısımlarının yürürlüğü 2003 yılı başına ertelendi. 9 Ocak 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4783 sayılı Kanunla ise 4444 sayılı yasa ile getirilen “Nereden Buldun” düzenlemesi uygulanmadan yürürlükten kaldırıldı.
[3] Bekir Sami Oğuztürk, Ertuğrul Kutay Ünal ; “Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonominin Boyutları”; Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2017/3, Sayı:28, s. 325-336 (https://sbedergi.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/343/files/28-sayi-yazi17-12112017.pdf Erişim: 06.07.2020)
[4] http://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2018/10/9Kayitdisi_Ekonominin_Azaltilmasi_Programi.pdf (Erişim : 06.07.2020)
[5] https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/Basvurular/tr/pdf/2015-964.pdf (Erişim : 22.06.2020)